best of tarık karlıdağ...

NAKLEN TELEVİZYON SEYRET...

22 Eylül 2007 Cumartesi

ateş ve su

Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına. Hırçın hırçın kayalara vuruşuna, yüreğindeki duruluğa Demiş ki suya:Gel sevdalım ol,Hayatıma anlam veren mucizem ol...Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa al demiş;Yüreğim sana armağan... Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına...Zamanla su, buhar olmaya,ateş, kül olmaya başlamış.Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de yüreğindeki kederi de alıp gitmiş uzak diyarlara su...Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları...Aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu Bir gün gelmiş, suya varmış yolu Bakmış o duru gözlerine suyun, biraz kırgın, biraz hırçın.
Ve o an anlamış;aşkın bazen gitmek olduğunu.Ama gitmenin yitirmek olmadığını....Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.
İşte o zamandan beridir ki:Ateş sudan,su ateşden kaçar olmuş..Ateşin yüreğini sadece su, Suyun yüreğini Sadece ateş alır olmuş...


alıntı

31 Ağustos 2007 Cuma

yüreğinde bir yerim yok mu?

Unutmak bu kadar kolay mı sana
Yoksa zaten sevmiyor muydun aslında
Anlamsız mıydım ben senin için
Yerin yok muydu yüreğinde bana
Çok değil ufacık da olsa... yerin yok mu bana...
Oysa ki benimse sen vardın yüreğimde
ve yer yok senden başkasına...


mevsim bahar

sensiz olmuyor

Körkütük mü aşık olacaktım sana
Bilemezsin ne kadar derin yüreğimdeki yara
Kaç zaman oldu gelmedin
Bilemezsin ne yaşlar döktü bu gözler
adını yazdığım satırlara
Kaç gece gözlerimde yaşlarla daldım uykulara
sen vardın sadece aklımda sabahları uyandığımda
ve günün her anında
Ben körkütük mü aşık olacaktım sana
Söyleselerdi inanmazdım buna
Sensiz olmuyor ne olur anla

mevsim bahar

11 Ağustos 2007 Cumartesi

EĞER...

O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain... sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa, ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa... dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse... hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar... her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa... bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa... iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa... eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız... kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü... özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu... hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız... O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse... gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine... uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa... dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız... kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa... Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla... ...o halde bugün sizin gününüz!.. "Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
CAN DÜNDAR

Bir Dost...

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın... "Nereden çıktın bu vakitte" dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;"Gözünün dilini" bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı...Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. ihtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.Kucaklamalı seni güvenli kolları,...dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin, "hak ettim" diyebilmelisin.Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi...Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş...Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.Ve sen ağladığında, onun gözünden gelmeli yaş...
* * *

Böyle bir dostum var benim.Pek sık görmesem de hep yanımda olduğunu bildiğim, yalansız riyasız dertleşebildiğim.Kuşağımın en iyisiydi hilafsız...Beraber okuduk, birlikte koştuk son 20 yılın amansız parkurunu...Katılasıya ağladık, doyasıya güldük yol boyu... Ekmeğimizi ve acılarımızı bölüştük. Çocuklar doğurduk, büyükler gömdük.Sonunda yara bere içinde oraya buraya savrulduk.Buluştuk geçenlerde...Bitaptı; kayan bir yıldız kadar ışıltılı, bir o kadar yorgun:"- N'apıyorsun" diye sordum."- Seyrediyorum" dedi; "çaresizce, öfkeyle, şaşkınlıkla ama sadece seyrediyorum".Seyrettiği; kuşağımızın en kötülerinin, pespayelik yarışında ipi ilk göğüsleyenlerin zirveye hak kazanmalarındaki akıl almaz gariplikti.İyiliğin ve ustalığın bu kadar eziyet gördüğü, kötülüğün ve yeteneksizliğin bunca ödüllendirildiği bir başka coğrafya var mıydı acaba?Okuldaki ideallerimizden, gençlik coşkumuzdan söz ettik bir süre; tozlu raftaki bir kitabı yıllar sonra merakla karıştırır gibi...Ülkemizin kaderini değiştirmeye azimliydik mezun olurken; lakin karanlığını boğmaya yemin ettiğimiz ülke, karanlığına boğmuştu bizi...Pazarda görsek tezgahından meyve almayacağımız adamların cenderesinde bir ömür geçirmiş, tünelden çıkış sandığımız ışığın, üstümüze gelen kamyonun farı olduğunu çok geç fark etmiştik.Velhasılı ne sevebilmiş, ne terk edebilmiştik.Krizde geçmişti bütün gençliğimiz; ve şimdi çocuklarımıza tek devredebildiğimiz, çok daha ağırlaşmış bir kriz..."- İşte" diye iç geçirdi kadim dostum, "...bunları seyrediyorum bir kenardan sessizce..."
* * *
İşte en çok da böyle zamanlarda bir dostu olmalı insanın...Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri..."Parkurun bütün zorluğuna rağmen dostluğumuzu koruyabildik, acıları birlikte göğüsleyebildik ya; yenildik sayılmayız" diyebilmeli...Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda, küçücük bir kağıda yazdığımız kısa, ama ümitvar bir yazıyı, yüreğe benzer bir taşa bağlayıp birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz:"Bunu da aşacağız!İmza: Bir dost!.."
CAN DÜNDAR

10 Ağustos 2007 Cuma

bir hikaye...

Zamanın birinde bir kasabada yaşayan dünyalar güzeli bir kız varmIş . Bu kız öyle güzelmiş ki çok uzak şehirlerden ve ülkelerden çok zengin, çok yakışıklı , asil pek çok delikanlı onu görmeye gelirmiş. Kendisiyle evlenmek isteyen nice prensi nice şovalyeyi reddeden güzel kız kimseleri beğenmezmiş . Bu arada aynı kasabada yaşayan ve bu kıza aşık olan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş. Ama kız onu da reddetmiş . Aradan uzun yıllar geçmiş . Bizim delikanlı kasabadan ayrılmış . Kendine başka bir hayat kurmuş ve evlenmiş , çoluk çocuğa karışmış. Bir gun yolu bir zamanlar yasadigi guzel , kucuk kasabaya dusmus . Orada tanıdık birine rastladığında aklına bir zamanlar orada yaşayan dünyalar güzeli kız gelmiş ve ona ne olduğunu sormuş . Yaşlı adam önünde gül bahcesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş.Bizimki bir zamanlar herkesi reddetmiş olan kızın kocasını pek merak etmiş.Bir gün gizlenip kocasını evden çıkarken görmüş . Kızın kocası sişman , kel ve çirkin mi çirkin bir adammış . Üstelik zengin bile değilmiş. çok merak eden adam kocası gittikten sonra evin kapisini çalmis . Kız kapıyı açınca adam kendini tanıtmış ve neden böyle bir adamla evlenmiş olduğunu sormuş. Kız da ona arkasındaki gül bahçesinden en güzel gül'u koparıp getirirse cevabı verecegini, bu arada tek şartının bahçede ilerlerken geriye dönmemesi olduğunu söylemiş . Adam da bunun üzerine yüzlerce güzel gülün olduğu bahçede ilerlemeye başlamış. Birden çok güzel sarı bir gül görmüş. Tam ona doğru eğilirken biraz ilerde kocaman pempe bir gül gözüne çarpmış. Tam ona uzanırken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası görmüş . Derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş ve mecburen oradaki bir gül'ü koparıp kıza götürmüş. Bahçenin en güzel gülünü getirmesini beklerken kız bir de ne görsün yaprakları solmuş cılız bir gül. Bunun üzerine adama dönen kız şöyle demiş ; "Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür geçer ve sen en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik gitmeden, zaman akıp gitmeden elimizdekilerin kıymetini öğrenmemiz gerekir."

9 Ağustos 2007 Perşembe

AKARSULAR ÖZELLEŞİYOR...

Su krizine yeni çözüm planı: Baraj yap-işlet-devret

Küresel ısınma, beklenenin altında kalan yağışlar ve geciken barajlar nedeniyle kapıya dayanan su krizi için hükümet formülü: Akarsu ve göletlerin kullanım hakkı 49 yılı geçmeyecek şekilde özel sektöre satılacak İhale değil yarışmayla seçilecek yatırımcı, barajdan elde edilen suyu işletme süresi boyunca satarak hem yatırım maliyetini çıkaracak, hem de kâr edecek"

-Seçim sıralaında KanalTürk´te duymuştum "Seçimden sonra Dicle ,Fırat nehirleri de yabancılara satılacak ,gerekli düzenlemeler yapılıyor "denmişti ..
-A ha "durmak yok yola devam" Devam...devam...geç kalmayın...
sokaklarda...

hürriyet...